Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün 25 milyon dolar fon ayırdığı araştırmanın ilk sonuçları yayınlandı. ABD’de 5 yıl önce başlanan araştırmada trilyonlarca bakteri sınıflandırıldı. Veriler, kanser tedavisinin etkisinin artırılması ve yaşlanmanın geciktirilmesi gibi birçok konuda fayda sağlayacak.
ABD’deki Cornell Üniversitesi, Columbia Üniversitesi ve Jackson Laboratuvarı araştırmacıları tarafından ortaklaşa yürütülen ve Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün (National Institute of Health) yaklaşık 25 milyon dolar fon ayırdığı, “kronik yorgunluk ve bağırsak mikrobiyotası arasındaki ilişkiyi ispatlayan” çalışmanın ilk sonuçları yayınlandı.
Çalışmayı yürüten ekiplerden Jackson Laboratuvarı Baş Araştırmacısı ve İmmünoloji Uzmanı Prof. Dr. Derya Unutmaz, kronik yorgunluğu masaya yatırdıkları bu çalışma sonuçlarının, aslında kanser tedavilerinin etkinliğinden, otoimmün hastalıklara, kronik depresyondan obezite ve yaşlanmaya kadar, pek çok alanda geniş çaplı etkiler yaratabileceğini söyledi.
Araştırmanın detaylarını anlatan Prof. Dr. Unutmaz, bağırsaklarımızda sağlıklı olmamızı sağlayan iyi huylu bakterilerin, yakın bir gelecekte ilaç olarak üretilerek pek çok hastalığın veya sendromun çözümünde kullanılabileceğine de işaret etti.
“Trilyonlarca bakteri sınıflandırıldı”
Prof. Dr. Unutmaz’ın 5 yıl önce ABD’nin Utah eyaletinde, kronik yorgunluk üzerine çalışan bir klinikteki meslektaşlarıyla birlikte dahil olduğu bu uzun soluklu ve büyük çaplı araştırmaya 150 hasta dahil edildi.
Hastalardan her yıl, düzenli olarak dışkı ve kan örnekleri alındı. Farklı merkezlerdeki araştırmacılar tarafından dışkı örneklerindeki bakteriler sekanslandı ve biyoinformatik denilen yapay zeka sistemlerinden de faydalanılarak trilyonlarca bakteri sınıflandırıldı. Bu bakterilerin ayrıca mikrobiyom analizleri de yapıldı.
Prof. Dr. Unutmaz, kronik yorgunluk yaşayan hastaların bir türlü teşhis alamadıklarını vurgulayarak, şunları söyledi:
“Bağırsak biyotası dediğimiz şey, bağırsaklarımızda yaşayan trilyonlarca bakteri. Aslında bu bakterilerin çoğu bize çok faydalı. Biz bu konu üzerine epeydir çalışıyorduk. Bu arada da kronik yorgunluk hastalığı diye önemli bir sendrom üzerine çalışmaya başlamıştık, yaklaşık 10 yıl önce. O zamanlar bu, bir hastalık olarak bile kabul edilmiyordu. Bu hastalar yıllarca doktora gidiyor, teşhis alamıyor, çoğuna psikolojik, psikiyatrik deniyordu. Milyonlarca insan var aslında böyle.”
“Bağırsak florasının bozulması, bağışıklığı da bozuyor”
Kronik yorgunluk sendromunun genellikle geçirilmiş bir enfeksiyon sonrası geliştiğine de dikkat çeken Prof. Dr. Unutmaz, şu bilgileri verdi:
“Bazı enfeksiyonlar bağırsaktaki hücreleri de enfekte ediyor. Biz, Covid’in de bağırsak mikrobiyotasını etkilediğini düşünüyoruz. Hatta grip virüsü bile etkileyebilir. Zaten bu kronik yorgunluk hastalığı daha çok böyle ciddi bir enfeksiyon hastalığı sonrasında başlıyor. Biz zaten daha önce ‘Bu hastalığın belki de temelinde, bu mikrobiyota dediğimiz, yani bağırsak florasındaki bakterilerde bir bozukluk var, o bozukluk metabolizmayı etkiliyor, o da bağışıklık sistemini etkiliyor ve bağışıklık sistemi de (sanki bitmeyen grip gibi) bu semptomlara (kendinizi sürekli yorgun ve bitkin hissetmenize) sebep oluyor’ diye bir hipotez kurmuştuk. Yaklaşık 5,5 yıl önce de NIH’den büyük bir fon aldık ve çalışmaya dahil olduk. Bu araştırma sonucu gördük ki bu hastaların bağırsaklarındaki bakterilerde gerçekten de bir bozukluk var. Yani iyi bakterilerde azalma, kötü bakterilerde artış söz konusu. Biz aynı zamanda bunu, metabolizma ile de ilişkilendirdik. Yani bakterilerdeki bozukluk, hastalarda değişik metabolizma sorunlarına yol açıyor. Mikrobiyotanın en çok etkilediği mekanizma ya da organ, bağışıklık sistemi. Bu da otoimmün hastalıklardan tutun da kronik kalp hastalıklarına kadar, pek çok farklı sağlık sorununa yol açıyor.”
Yaşlanmanın önüne geçilebilir mi?
Bağırsak mikrobiyotası açısından yiyeceklerin “ilaç gibi” olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Unutmaz, “Hatta bazı yiyecekler ilaçtan daha etkili. Hem kötü, hem iyi yönde. Eğer siz sağlıksız yiyecekler yerseniz, sağlıksız yiyecekle beslenen kötü bakterilere yol vermiş oluyorsunuz. Bu bakımdan insanların yapabileceği en önemli şey, diyetlerine çok çok dikkat etmeleri. Sadece diyet de değil, aralıklı oruç dediğimiz yöntemin de faydası var. Çünkü örneğin 16 saatlik açlık boyunca, kötü bakteriler yaşayamıyor, iyi bakteriler daha uzun yaşayabildiği için hayatta kalabiliyor” dedi.
Çocukluktaki büyütülme şeklinin de bağırsak mikrobiyotasını etkilediğine işaret eden Prof. Dr. Unutmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Örneğin mikroplardan korumak kaygısıyla; çok steril ortamda büyütülen çocuklarda iyi bakteriler de vücuda yerleşemiyor. Bu çocuklarda daha sonra alerjik sorunlarla karşılaşabiliyoruz. Yaşlanma da yine bir faktör. Yaşlandıkça bağırsağımızdaki bakteri çeşitliliği değişiyor. Hatta acaba bu bakteriler değiştiği için mi daha hızlı yaşlanıyoruz, o bakterileri tekrar yerine koyarak, ya da beslenmemizi değiştirerek yaşlanmayı da geciktirebilir miyiz soruları da var şu anda.”
“Bakteriden ilaç üretilebilecek”
Bu araştırmanın iki önemli sonucu olduğuna da vurgu yapan Prof. Dr. Unutmaz, birincisinin “kronik yorgunluk sendromunun” gerçekten de bir “hastalık” olduğunun artık ispatlandığını söyledi ve “Demek ki bu bakterilerde bir bozukluk varsa, bunu düzeltebiliriz anlamına da geliyor. Yeni tedavi yöntemleri bulabiliriz bu anlamda. Trilyonlarca bakteri var bağırsaklarımızda ve bunun da binlerce türü var. Herkesteki de birbirine göre fark edebiliyor. Biz bu çalışmada bunları sınıflandırmaya başladık. Hatta bu bakterileri laboratuvarda üretip iyi bakteri-kötü bakteri mekanizmalarındaki farkları anlamaya başladık. Bu çalışma aynı zamanda iyi bakterileri üretip, bir ilaç haline getirilebilmesinin de yolunu açıyor. Belli bakterileri üreterek (ya da bakterilerin vücudumuzda ürettiği metabolik maddeleri üreterek) ilaç haline getirebiliriz yakın gelecekte. Belki bir 5-10 yıl içinde olabilir bu. Çünkü klinik çalışmalar biraz daha zaman alıyor. Yani ileride ‘bakteri ilaçları’ olacak. Diyetiniz belki kötü ya da genetik açıdan yatkınlığınız kötü olabilir, o iyi bakterileri ilaç olarak verip bunu düzeltebileceğiz” diye konuştu.
Kanser tedavilerini de etkiliyor
Bağırsak mikrobiyotasındaki bakterilerin kanser tedavilerinde de çok önem kazandığını anlatan Prof. Dr. Unutmaz, “Bazı bakteri türlerinin varlığı kanser tedavisinin, özellikle immünoterapi dediğimiz bağışıklık tedavilerinin daha iyi sonuçlanmasını sağlıyor. Yani tedavinin etkinliğini artırabiliyor. Laboratuvarda üretemediğimiz bakterileri, genetik olarak modifiye etme imkanımız da var. Örneğin iyi bir bakteri var, onun ürettiği bazı maddeler var vücuda yararlı olan. Sizin illaki o bakterinin kendisine ihtiyacınız yok. Başka bir bakteriyi genetik olarak programlayarak, o özellikleri ona aktarabilirsiniz” şeklinde konuştu.
“Marketlerde satılan probiyotik ürünlerin çok faydası yok”
Marketlerde satılan probiyotik ürünlerin çoğunun faydasız olduğunu söyleyen Prof. Dr. Unutmaz, sözlerini şöyle tamamladı:
“Süpermarketlerde satılan bakteriler var örneğin, probiyotik şeklinde. Milyar bakteri var içeriğinde diyorlar aslında ama ne kadar bakteri var, kaçı canlı gerçekten bilmiyorsunuz. Bu ürünlerin çok faydası yok. Çünkü bağırsaklarımıza yerleşmiş büyük bir toplum (trilyonlarca bakteri) var ve milyarlarca bakteri gönderiyorsunuz ama buradakiler kabul etmiyor. Direkt vücuttan atılıp gidiyor. Ama siz, orada yaşayan bakteriyi eğitip, programlayıp gönderirseniz ajan gibi, ancak o zaman daha etkili olur. Bu şekilde probiyotiklerle falan dışarıdan alınmasından ziyade, yiyeceklerle alınması daha etkili. Diyelim yoğurt tüketiyorsunuz, o yoğurt zaten İçinizde olan faydalı bakterilerin çoğalmasını sağlıyor. İleride bu programlanmış gerçekten etkili olduğunu bildiğimiz bakteriler olduğunda, 3 kilo yoğurt yemek yerine belki bir hapla daha etkili sonuçlar alabileceğiz.”